Şuâlar (Orta Boy Cilt Bezi)
Orijinal fiyat: ₺ 520,00.₺ 338,00Şu andaki fiyat: ₺ 338,00.
- Açıklama
- Ek bilgi
Açıklama
Açıklama
Şualar
İman esaslarını bu asrın anlayışına uygun bir şekilde aklî delillerle ispat ve izah eden Risale-i Nur eserlerinden Şualar, 15 şuadan oluşmaktadır. Allah’ın varlığını ve birliğini, Ahiret’i ve diğer imanî meseleleri güzel bir üslupla izah etmektedir. Bu şualardan,
İkinci Şua:
Tevhid hakikatine dair kıymettar bir risaledir.
Dördüncü Şua:
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
ayetinin bir nevi tefsiri mahiyetindedir.
Yedinci Şua:
Kainattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatı olup mevcudat tabakalarının Cenab-ı Hakk’ı ne şekilde gösterip tanıttığını otuz üç mertebede beyan eder. Bu mertebeler içinde semavat, yeryüzü, hayvanlar, nebatat, denizler, dağlar gibi tabakalar bulunur.
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık‑ı kâinat’ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir.” düsturu doğrultusunda her bir şeyde Allah’ı tanımanın bir yolu olduğunu gösterir.
Dokuzuncu Şua:
Öldükten sonra dirilmeye dairdir. Haşir akidesinin pek çok ruhî faydalarından ve hayatî neticelerinden bir tek netice-i câmiayı ihtisar ile beyan ve hayat‑ı insaniyeye hususan hayat‑ı içtimaiyesine ne derece lüzumlu ve zarurî olduğunu izhar ve bu iman‑ı haşrî akidesinin pek çok hüccetlerinden bir tek hüccet-i külliyeyi icmal ile göstermek ve o akide-i haşriye ne derece bedihî ve şüphesiz bulunduğunu ifade etmekten ibaret olarak iki noktadır.
On Beşinci Şua:
Birinci Makam,
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْي۪ى وَ يُم۪يتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
şeklinde ifade edilen kelam-ı tevhiddeki hüccetler ile Fatiha suresinin bir nevi tefsirini içerir. Ayrıca, “Bu kâinat sahibinin tezahür‑ü rububiyetine ve sermedî uluhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubudiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, bu kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir” diye başlayan kısımda peygamber efendimizin nübüvvetini ispat eder.
İkinci Makam ise,
İlim, irade ve kudret sıfatlarına dairdir. Cenab-ı Hakk’ın sonsuz ilmini, her şeye tasarruf eden iradesini ve her şeye hükmeden kudretini külli delillerle ispat eder.
***
Şualar’dan Alıntılar:
“Hâkimiyetin şe’ni ve muktezası, istiklaliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini reddir. Hattâ aczleri için muavenete fıtraten muhtaç olan insanlar dahi o hâkimiyetin bir gölgesi cihetiyle gayrın müdahalesini red ve istiklaliyetini muhafaza etmek için bir memlekette iki padişah, bir vilayette iki vali, bir nahiyede iki müdür, hattâ bir mahallede iki muhtar bulunmuyor. Eğer bulunsa herc ü merc olur, ihtilal başlar, intizam bozulur.
Madem hâkimiyetin bir gölgesi, âciz ve muavenete muhtaç olan insanlarda bu derece müdahale-i gayrı ve iştiraki reddedip kabul etmezse; elbette aczden münezzeh bir Kādir-i Mutlak’ta, rububiyet suretindeki hâkimiyet, hiçbir cihetle iştiraki ve müdahale-i gayrı kabul etmez. Belki gayet şiddetle reddeder ve şirki tevehhüm ve itikad edenleri gayet hiddetle dergâhından tard eder. İşte Kur’an‑ı Hakîm’in ehl-i şirk aleyhinde gayet şiddet ve hiddetle beyanatı bu mezkûr hakikatten ileri geliyor.” İkinci Şua
***
“…rızk‑ı helâl, iktidar ve ihtiyar kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki çalışmasını ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir ve ihtiyacına acıyan bir şefkat canibinden ihsan edilir. Fakat rızık ikidir:
Biri: Yaşamak için hakiki ve fıtrî rızıktır ki taahhüd‑ü Rabbanî altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır ki bedende yağ vesaire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade bir şey yemeden yaşatır, hayatını idame eder. Demek, yirmi otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler, rızıksızlıktan değil belki sû-i itiyaddan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler.
İkinci kısım rızık: İtiyad, israf ve sû-i istimalat ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun’î rızıktır. Bu kısım ise taahhüd‑ü Rabbanî altında değil belki ihsana tabidir. Kâh verir kâh vermez.
Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki medar‑ı saadet ve lezzet olan iktisat ve kanaatle sa’y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızık için bir fiilî dua bilerek müteşekkirane ve minnettarane o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârane geçirir.
Ve bedbaht odur ki medar‑ı şakavet ve hasaret ve elem olan israf ve hırs ile sa’y-i helâli bırakarak, her kapıya başvurup tembelkârane ve zalimane ve müştekiyane hayatını geçirir, belki öldürür.
Nasıl ki mide bir rızık ister, öyle de kalp ve ruh ve akıl ve göz ve kulak ve ağız gibi insanın latîfeleri ve duyguları dahi Rezzak‑ı Rahîm’den rızıklarını isterler ve müteşekkirane alırlar. Her birisine ayrı ayrı ve onlara lâyık ve onları memnun ve mütelezziz eden rızıkları, hazine-i rahmetten ihsan edilir. Belki Rezzak‑ı Rahîm, onlara daha geniş rızık vermek için göz ve kulak, kalp ve hayal ve akıl gibi o latîfelerin her birisini, hazine-i rahmetinin birer anahtarı hükmünde yaratmış.
Mesela göz, kâinat yüzündeki hüsün ve cemal gibi kıymettar cevher hazinelerinin bir anahtarı olduğu misillü ötekiler dahi her biri birer âlemin anahtarı olur, iman ile istifade eder.” Yedinci Şua
***
“Ecel ve mevt gibi umûr‑u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü, dünyanın sekeratı ve mevti ve nev-i beşerin ve cins-i hayvanın eceli ve vefatı olan kıyamet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş. Evet, eğer ecel vakti muayyen olsaydı yarı ömür gaflet-i mutlaka içinde ve yarıdan sonra, darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka içinde, havf ve recanın muvazene-i maslahatkârane ve hakîmanesi bozulduğu gibi; aynen öyle de dünyanın eceli ve sekeratı olan kıyamet vakti muayyen olsaydı, kurûn‑u ûlâ ve vustâ fikr-i âhiretten pek az müteessir olacaktı. Ve kurûn‑u uhra, dehşet-i mutlaka içinde bulunup ne hayat‑ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de havf ve reca içinde ihtiyar ile itaatkârane olan ubudiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu.
Hem eğer muayyen olsa bir kısım hakaik-i imaniye bedahet derecesine girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irade ile bağlı olan sırr‑ı teklif ve hikmet-i iman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr‑u gaybiye gizli kaldığından herkes her dakikada hem ecelini hem bekasını düşündüğü için hem dünyaya hem âhiretine çalışabildiği gibi her asırda dahi hem kıyamet kopacağını hem dünyanın devamını düşünebildiği için hem dünyanın fâniliğinde hayat‑ı bâkiyeye hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya çalışabilir.
Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı musibet başına gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade manevî bir musibet –o intizardan– çekmemesi için hikmet ve rahmet-i İlahiye tarafından gizli, perdeli bırakılmış.” Beşinci Şua
***
“Bu meyveli ağaç, o çok cihazatlı insan; hiçbir ressam tam taklidini yapamayacak derecede zâhiri ve bâtını, dış ve içi öyle bir gaybî pergârla ve ince bir ilmin kalemiyle hudutları çizilmiş ve tam intizamla her azasına münasip suret verilmiş ki meyve ve neticelerine ve vazife-i fıtratlarına yetişsin. Bu ise nihayetsiz bir ilim ile olabilmesi cihetiyle her şeyin her şeyle münasebetini bilip ve nazara alan ve bu ağaç ve bu insanın bütün emsallerini ve nevilerini ilm-i ezelîsinin kaza ve kader pergâr ve kalemiyle dış ve iç miktarlarını ve suretlerini hakîmane yapılmasını bilerek işleyen bir Sâni’-i Musavvir, bir Alîm-i Mukaddir’in hadsiz ilmine ve vücub‑u vücuduna nebatat ve hayvanat adedince şehadet ederler demektir.” On Beşinci Şua
***
“Nev-i beşerin hayat‑ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassungâh ise aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise samimi ve ciddi ve vefadarane hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akidesiyle olabilir.
Mesela, der: ‘Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünkü ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım.” diyerek o ihtiyare karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir.” Dokuzuncu Şua
***
Ek bilgi
Ek bilgi
Ağırlık | 1 kg |
---|---|
Cilt | Cilt Bezi |
Kağıt | Şamua |
Ebat | Orta Boy (14×20 cm) |